Bazen bir kelime vardır, hayatın özünü anlatır. Duyguların, ilişkilerin, dostlukların ve hatta aşkın kalbinde yer alır. “Karşılıklı olmak” da işte o kelimelerden biri… Bu yazıda sana bir hikâye anlatmak istiyorum; belki içinde kendini bulacaksın, belki birini hatırlayacaksın. Ama eminim ki, sonunda “karşılıklı olmanın” ne demek olduğunu çok daha derinden hissedeceksin.
Bir Kahve, İki Dünya: Karşılıklı Olmanın Hikâyesi
Bir sonbahar sabahıydı. Rüzgâr hafif hafif esiyor, şehir henüz tam uyanmamışken bir kafede iki insanın yolları kesişiyordu. Onlar birbirini uzun zamandır tanıyan iki dosttu: Ela ve Mert. Hayata bakışları farklıydı ama bir şekilde yolları hep aynı noktada buluşuyordu.
Stratejik Bir Beyin: Mert’in Dünyası
Mert, hayatta her şeyi planlı yaşayan, her probleme bir çözüm bulan, olaylara stratejik yaklaşan bir adamdı. Onun için ilişkiler bile bir denge ve çözüm meselesiydi. “Bir şey yolunda gitmiyorsa çözersin, konuşursun, gerekirse uzaklaşırsın,” derdi. Duyguları yönetilebilir bir alan, ilişkileri ise kazanılması gereken bir mücadele olarak görürdü.
O gün de kafede Ela’nın gözlerinin içine bakarak konuşuyordu:
“Bence önemli olan fedakârlık yapmak değil Ela… Önemli olan, o fedakârlığın karşılığını almak. İnsan çabaladıkça karşısındakinden de aynı çabayı görmek ister. Yoksa bu, tek kişilik bir oyun olur.”
Empatiyle Dokunan Bir Kalp: Ela’nın Dünyası
Ela ise farklı düşünürdü. Onun için ilişkiler, bir kazanç değil bir bağ kurma yoluydu. İnsanlara dokunmak, hissetmek, anlamak… Bütün bunlar Ela’nın dünyasında çok daha kıymetliydi. Karşılıklılık da onun gözünde, bir alışveriş değil bir uyumdu.
“Bazen karşılık, birebir aynısını almak değildir Mert,” dedi sessizce. “Bazen bir ‘teşekkür’, bazen küçük bir gülümseme… Karşılıklı olmak, ‘sen de varsın’ demektir. Ve bunu hissettiğin anda, çaban boşa gitmiş gibi gelmez.”
Karşılıklı Olmak: İki Uçta Tek Hakikat
O konuşma saatlerce sürdü. Mert, çözüm odaklı düşüncesiyle karşılıklı olmayı bir denge hesabı gibi görürken, Ela duygularla örülü bir bağ olarak anlatıyordu. İkisi de yanılıyordu belki biraz, ama ikisi de haklıydı.
Çünkü “karşılıklı olmak” ne sadece almak ne de sadece vermekti. İlişkilerde, dostluklarda, aşkın içinde, emekte ve sevgide; en önemlisi de “niyet”te saklıydı. Bazen bir adım atmak, diğerinin de o adımı göreceğine güvenmektir. Bazen de aynı anda aynı yöne bakmaktır.
Hayattan Bir Kesit: Sessiz Teşekkürler
Ela ve Mert’in dostluğu yıllar içinde değişti. Mert, bir gün plansızca aldığı bir karar yüzünden zor durumda kaldığında Ela, hiç düşünmeden onun yanında oldu. Ne plan ne strateji… Sadece oradaydı. İşte o an Mert anladı: Karşılıklı olmak, bir sözleşme değil, bir sezgiydi. Kalpten gelen bir “ben de buradayım”dı.
Ela da öğrendi: Her şey duyguyla da yürümezdi. Bazen bir çaba görmek, bir emek hissetmek gerekirdi. Karşılıklı olmak sadece anlamak değil, anlaşılmak da demekti.
İlişkilerin Temeli: Verdiğin Kadar Almak, Aldığın Kadar Vermek
Karşılıklılık Bir Ayna Gibidir
Hayatta kurduğumuz her bağ, bir ayna gibidir. Karşımızdakinde kendimizi görür, onun davranışında kendi emeğimizi hissederiz. Karşılıklı olmak, bu aynaya bakınca yalnız olmadığını anlamaktır. “Ben verdim, o da verdi” değil; “biz paylaştık” demektir.
Bazen bir “nasılsın?” mesajıdır, bazen bir omuz, bazen bir beklenmedik jest… Ama hepsi aynı şeyi anlatır: İlişki tek taraflı değilse, orada karşılıklılık vardır.
Sonuç: Kalpten Kalbe Kurulan Köprü
“Karşılıklı olmak” aslında bir kelimeden çok daha fazlası. Bir dostluğun, bir aşkın, bir ailenin ya da bir yol arkadaşlığının özüdür. İki insanın birbirine değer verdiği, emeği paylaştığı, anlamaya çalıştığı o görünmez köprüdür.
Şimdi dönüp bir düşün: Senin hayatında kimlerle gerçekten karşılıklısın? Kimlerle sadece veriyor, kimlerden sadece alıyorsun? Ve en önemlisi… Bu aynaya baktığında kendini nasıl görüyorsun?
Yorumlara yaz, birlikte konuşalım. Belki senin hikâyen de bir başkasına yol olur.